28 Mayıs 2012 Pazartesi

Çek Cumhuriyeti Vizesi Hadisesi

Rahat batar bana.. Kıçımın üstünde oturamadığım için Avrupa'ya gitme hevesi hasıl oldu. Olaylar, olaylar..






Efenim yazımızın sebebi çek cumhuriyeti vizesi hakkında yalan yanlış bilgiler ile donatılmış şu Schengen'e aç bünyelerin tımar edilmesi üzerine.. 


İnternet aleminde yazmayan bilgilerin hepsi burada..


Ne yapmak gerekiyor? Olay nedir? Kurallar nelerdir? Bütün bu soruların cevabını bu yazıda bulabilirsiniz..


Ankara için konuşacak olursak ,ki İstanbul konusunda hiç bir fikrim yok, olay basit(!)


Sürüye katılın ve vize alın.. Sürüye katılırken uymanız gereken kuralları aşağıda sıralayalım..


İnternet sitesinde istedikleri belgelerin çok daha fazlasını istiyorlar bunu unutmayın. Benim başvuru yaptığım zamanda istedikleri belgelerin sıralı tam listesi aşağıda olup (çalışanlar için) (bir işim olduğu için çok mesudum bu arada) kesinlikle güvenilir olmadıklarını belirtmek isterim:


- Schengen Başvuru formu (internetten çıkarıp doldurun yanınızda bulunsun)
- Uçak bilgileri
- Otel bilgileri
- İş bilgileri (ssk hizmet dökümü)
- Banka dökümü bilgileri (son 3 ay)(banka hesap dökümü)
- İş yeri ile ilgili bilgiler (kuruluşu-ticaret kaydı-imza sirküsü boku püsürü neyi varsa artık)
- İzin dilekçesi
- Pasaport, araba, tapu gibi belgelerin fotokopisi
- Başvuru ücreti (telefonla bilgi alınız) 60 öğro karşılığı türk lirası - bizimki gün itibari ile 139 TL idi..


Bu belgeleriniz hazır mı? Vize için hazırsınız demektir.. (bok hazırsınız)


Çek cumhuriyeti vize konusunda görüp görebileceğiniz en berbat sisteme sahip. (ilkel kelimesi de burası için geçerlidir) Pazartesiden perşembe gününe saat 09:00 - 10:30 arası saatlerde önce gelen girer modunda çalışıyorlar günlük 15 kişi limiti de var..


Önerim sabahın köründe orada olup, aziz ve necip milletimizin tamamen "kavga çıkmasın" diye hazırladığı listeye isminiz yazdırmanız yönünde. Böyle bir liste var ve genel itibari ile herkes bu listeye adını yazdırmak zorunda..(kapıya asmayın feci ayar yiyorsunuz) İlk 15 kişi içinde değilseniz beklemenizin bir faydası dokunmuyor.. 15 kişi alıp saate bakmadan görüşmeleri kesebiliyorlar.. Şehir dışından gelenler için listeye adınızı yazdırma saatinizin gün ışırken olması yönünde görüş bildiriyorum. Sonra gider gider gelirsiniz demedi demeyin..


Listeye isminiz yazılı ise artık bir sorununuz yok gibi..


İçeri gir, basit soruları cevapla, neden gittiğini anlat ve belgeleri teslim et.. Belgelerini aldıysa genel itibari ile vizeyi vermemesi için bir neden kalmamış durumda..


1 hafta sonrası için gel al vizeni diye eline bir kağıt tutuşturup yolluyorlar seni.. bir hafta sonrası için gidip alıyorsun herhalde..


Sorusu olan?



9 Mart 2012 Cuma

Konuşmak

Üniversite yıllarım geldi aklıma birden. Kimi zaman hüzünlü, kimi zaman yorgun çoğu zaman eğlenceli zamanlar. Geri dönülüp bakıldığında geçmeyecek gibi görünen ve bitmeyecek gibi gelen sınav haftaları geçip gitmiş hızla ve çoğu unutulmaya yüz tutmuş.

Zor bir çocukluk geçirmedim en nihayetinde. Eh fazla sıkıntıda çekilmedi tabi şu çenemi tutamam huyum bir kenara bırakılırsa. Olur olmaz konuşup kırıp döktüklerimi saymazsak (ki sayıları çok fazla boşboğazın tekiyimdir genel itibari ile) iyi geçinmeye çalıştım etrafımdakilerle. Doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen ben ve bana ait gözler burnunun dikine gidip gidip duvara tosladığını da gördü; iki tane yalanla işi bitirip döneni de.

"Konuşma ve Tartışma Adabı" üzerine yapılan bir panele uğramıştım bir seferinde üniversitedeyken. Adamın biri kalktı konuşma süresi üzerine  panel yöneticisinden bilgi aldı (35 dakika) geri kalan konuşmacılara baktı. Toplam konuşmacı sayısının kendi ile beraber 7 olduğunu görüp her birine yaklaşık olarak 5 dakika düştüğünü farkettirdi diğer konuşmacılara ve salondakilere. İlk konuşan kişiyi (yaklaşık olarak 20 dakika boyunca konuşmuştu çünkü )yerin dibine geçirmek için yaptı sanırsam bunu.

Sonra bu konuşmayı yapamayacağını söyleyip yerine oturdu. Sebebi sorulduğunda ise "Uzun ve boş bir konuşma yapmak için düşünmeye gerek yoktur hemen başlayabilirim. Ancak madem süremiz bu kadar kısıtlı ise konuşma üzerine yarım saat düşünüp öyle konuşmam gerekir ki boş laf etmeyeyim." dedi.

Salonda herhalde yaklaşık yüz kişi varsa neredeyse hepsi adamın suratına mal mal bakarken büyük belki basit gibi görünen o adam düşünmeden konuşma üzerine uzun uzun düşündürecek bir sebep verdi.

Boş konuşma (düşünmeden konuşma) hastalığı yüzünden bir çok kişiyi kırmışımdır bugüne kadar. Af dilediğim çoktur. Affeden de.(nedense insanlar bi sinirlenemez bana)  Affetmek iyidir. Affetmek belki yapılan hıyarlığı geri alamaz ama en azından affeden ile önünüzü açar. Arada bir düşünmeden böyle itinayla konuşur sonra da cezasını çekerim.

Ne diyeyim salaklık.

1 Mart 2012 Perşembe

genetik kopya olarak erkek çocuk


Anasına bak kızını al demişler. Her kız anasına benzer doğrudur fakat bir erkek çocuğun babasına benzediği kadar benzeyemez herhalde

Yine kendi ailemden örnek vereceğim. Yoksa yukarıdaki ikiliyi kesinlikle tanımıyorum.

Büyükbabam vardı benim. kendisi 100'e varmaya 4 kala ayrıldı buralardan. (siminya'ya selam olsun)

Kendisi doğduğunda istiklal harbi için adam toplanıyormuş memleketin dört bir yanından. Bir hesap et bakalım geleceksin kendine.. Yokluk içinde okumuş, lise mezunu olmuş daha sonra da bankacı. (bankacılar ayrı bir yazı konusu bu arada) 35 seneye yakın bankacılık yapmış. Yapımız gereği ailecek deli bir taraflarımız olduğundan epey bir dolanmış memleketin içinde. (bildiğiniz sürgün) En sonunda da güzel bir kıyı şeridinde inzivaya çekilmiş. 35 sene boyuncada sefasını sürmüş kıyı şeridinin. Ben tanıdığımda konuşkan bir adam vardı. Sözlüklerden okuyarak "Fransızca" öğrenmişti. Ansiklopedi okur, gazete okur ve bulduğu ilginç haberleri ansiklopedinin ilgili sayfasına eklerdi. Yazın evinde herkesleri misafir eder; torunlara ara ara para verir; turistleri yol kenarında bekleyip konuştururdu. Hiç tanımadığım o kadar turiste kola, su taşımışlığım vardır ki çocukluk sürecimin yaz hatıralarının büyük bir kısmını oluştururlar.

Babama gelelim. Pek konuşmayı sevmeyen bir adamdı ben büyürken. Gittikçe çenesi açılıp büyük babama benzemeye başladı. Yine tanımadığım insanları balkonda bulmaya başladım yaz aylarında. Hiç tanımadığım kişiler ile selamlaşır oldum yolda yürürken. Galiba gittikçe büyük babama benziyor diye korkuyorum. Çenesi açıldığı zaman susmayan, kulakları yavaş yavaş ağır işiten biri haline geliyor babam da.

Genetik biliminin son halkası olarak ben ise galiba aynı yolda ilerliyorum. Konuşmayı pek sevme ama çenem gitgide açılacak gibi duruyor. Aynı karaciğer problemi baba, oğul, kutsal ruh olarak bende de devam etmekte. Tam bir genetik kopya olarak üçüncü neslimizi devam ettiriyorum galiba.

İşin ucu bir önceki nesile benzemekten duyulan korku mu yoksa başka bir türlü bir duygu mu? Ne zararı var dünyanın aynı adamdan üç tanesini taşımasına? (kilo olarak ağırız da biraz)

En nihayetinde  uykusunda konuşan, horlayan, sözünün eri bir adam olmak var. İyi mi kötü mü bizi tanıyanlar yanıtlasın ama bize göre kötü yanımız yoktur hiç bir zaman. çağımızın ötesinde anlaşılamayan deli sanatçıları olarak görürüz kendimizi.

26 Aralık 2011 Pazartesi

milli piyango

40.000.000 TL olmasa da aldığım biletlerin hepsinin çeyrek olmasından kelli 10.000.000 TL kazanma ihtimalim var.



Yapacaklarım aşağıda sıralıdır:

1- Pazartesi işe gelip istifa etmek:

Gerçi yerine birini bulana kadar dur derlerse ne yapacağım bilmiyorum. İyi insanlar sonuçta. Verilmiş sözler var. Kimseyi yüz üstü bırakıp gitmek olmaz. En azından kendime yakıştıramam. Ne bileyim belki 2 hafta kal diyecekler.


2- Hindistan'a giderek dünya turuna başlamak:

Hazır vizem var. Dünya'yı gezme planım da var. Gider bir ay kadar kalırım oralarda. Gerçi tamamen vizenin parasını şirket vermiş durumda ama olsun. Küçük hesapların adamıyım galiba. Geri döndüğümde ilk nereye giderim acaba? Avrupa mı? Amerika mı? Peki kiminle giderim? (hınzır similey) Bütün dünyayı dolaşmalı. En çok merak ettiğim yer Kanada. Huzur arıyorum galiba. Göl kenarında bir ev mi alsam ki oralardan? Param yeter mi ki? (yeter tabi lan) Dünyayı dolanırken sıfırı tüketir miyim acaba? Gelip iş aramayalım sonra? Aynı insan kaynakları ile bir tur daha görüşülemez. O kadar laf ettik arkalarından. Okuyan çıkmış mıdır acaba beni?

3- Ayrı eve çıkma süreci:

Kesinlikle İstanbul'da bir ev alırım kendime. Bir tane de Ankara'da. Bizimkiler kesin karışır. "Aman oğlum ne gerek var eve?" " Aç mısın açıkta mısın?" İlk soru bu olur. Evet değilim. İçini düzenleme süreci olur mutlaka. Bir yatak alırım. Bir de tv. En başta yeter.Daha ne olsun. Sonra bakarız bir ara. O değilde öğrenci evini özlüyorum ara ara.


4- Hediye alma faslı:

Sevdiğim insanlara hediye alma süreci. Fazla bir akrabam yoktur. İhtiyaçları da fazla yoktur. Ne bileyim kuzen'e iş kurarım bir tane. Kuzen'in çocuğuna güzel bir oyuncak misal. Diğerlerini yemeğe çıkarırım. En salak olanına bir yudum su yok. Nasıl karıştıysa aileye? Arkadaşların isteklerini de yerine getirmeli. Araba isteyen çıkar. Ev isteyen çıkar mı? Yoksa herkes vay şansa bak deyip hayatına devam mı eder? Borç isteyen çıkar mı acaba? Anne ve babaya alınmalı hediyeler asıl. Gönlü zengin onların. Sevgiliye hediyeler alınmalı. En güzellerinden. Pırlanta sözüm var çok zengin olunca. Söz verdik mi yerine getirilmeli. Söz uçar yazı kalır denmemeli.



5- Alış-Veriş faslı:

Kendine hediye alma süreci de denebilir. Kıyafet almama süreci. Üzerimdekiler yeter bir 15 yıl boyunca. Elektronik olabilir biraz. Belki biraz fazladan alırım oyun vs. gibi şeyleri. Eğlenmeli. Telefon almam lazım bir ara. 7. senesi biraz kafayı yemeye başladı hafiften.

 (böyle bir don alacağım kendime)

6- Blog'u gezi bloguna dönüştürme süreci:

O kadar geziyoruz. Fotoğrata çekeriz. Yazı da yazarız. Blog'u değiştirmeli hafiften. Okuyan birileri var bu arada. Selam olsun bizden Ankara'ya. İlk okurum olarak kendisine şilt vereceğim. Unutursam lütfen hatırlatınız.

5 Ekim 2011 Çarşamba

insan kaynakları



18 yaş ve üstü için yazılmış bir yazıdır. Bu yaşını doldurmayanlar internette dolanmasın bile..

Kimdir, nedir bu insan kaynakları?

Neden o kadar çok soru sorarlar?

Soruların amacı nedir?

Uzman bir iş arayan olarak bu tür soruların cevabını veriyorum.

Bir gün önceden telefon gelir. Yarın "eğer müsaitseniz sizinle görüşmek istiyoruz." cümlesi ile başlar iş görüşmesi. "Hayır değilim." cevabı vermek sıkar biraz. Öğleden sonra 16 civarı arayıp, ertesi sabahın körüne randevu vermek gibi huyları vardır dağın başında bir noktada. Şehir dışından gelecek olmanız bile pek etkilemez arada kalan süreci. Türlü saçmalıklara atılacak olan adımların daha ilkidir bu konudaki özgüvenleri. Bizimle görüşmek istemiyorlarsa "s.ktirip gitsinler" mealinde aramışlardır zaten.

Şirket ismi vermeden arayan hıyarlar tanıyorum ki sayıları oldukça fazladır bunların. Aşağı yukarı şöyle bir konuşma geçer:

- Alo?
- Alo. İyi Günler. Yandımoğullarından arıyorum. (bu giriş cümlesi o kadar hızlı söylenir ki ezberlendiği biçimde insanın o anda not alıp almama gibi bir durumu olup olmadığına bakılmaksızın geçiverir ansızın) (genelde sekretere aratırlar ki muhattap olmak ilk önce şirketin telefonunu açarak ilk izlenimi veren muhtemelen patronun  işe başlamadan önce aldığı eğitim seviyesi en düşük kadındır; konuşması anlaşılmaz veya o anda diğer hat çaldığı için size alo dedikten sonra bekletecek kadar da özgüveni yerinde bir kenar mahallesinin gülü)
- Evet, buyrun?
- CV göndermişsiniz bize? (bu soru onay bekler her zaman) ( hayır kısa özgeçmişim ilahi bir şekilde indi şirketinize)
- Doğrudur.
- Eğer yarın sabah 9:30'da müsaitseniz şirketimize bekliyoruz sizi. İnsan Kaynakları departmanından görüşecekler. ( "insan kaynakları departmanı" vay vay vay ne şeref. kulağa çok hoş geliyor değil mi? gördük "atom enerjisi kurumu"nu; nohut yapmışlar 20 dakikada pişen)
- Tabi olur gelirim. (burada olumlu olarak cevap verenin kafasında iki soru var: 1- nereden aradılar beni? ) (acaba yeri tam olarak nerede?)

Bu telefon görüşmesine istinaden gidilecek olan yer bilgisayardan araştırılmaya başlanır. Tasarım harikası bir internet sitesinin vaadettiği tek şey patronun estetik anlayışıdır.

İnternet sitesi fena değil. Keşke sabahın köründe şehrin belli bölgelerinden geçen servisleriniz dışında oraya nasıl ulaşacağmızı da belirtseydiniz. Hayatımızda gitmediğimiz bir yer orası. Hani derler ya orda bir köy var uzakta işte tam orada işyeri.

Sabahın köründe kalkılır. İnsana benzemek için traş olunur. Nedense? Adamın suratındaki kıl ciddiyetini mi bozar acaba? Bebek suratlı birini mi arıyorlar? Gidince yanağınızdan öpecekler mi?

İnternetten öğrenildiği kadarı ile yollara düşülür. Burada aklınızdan geçen iki konu tüm baskısını hissettirir. Acaba zamanında varabilecek miyim? Acaba yolculuk ne kadar sürecek?

Zor bela dediğiniz saatte oraya ulaşırsınız. En janti takımlar ile çamurun içinden geçirirler sizi. Keşke söyleseydiniz Camel Throphy için kendinize aday aradığınızı. Tamam güllük gülistanlık bir yer beklemiyoruz ama en azından yolunuzu yaptırsaydınız. Ana yoldan da iki kilometre içeride tam olarak gideceğiniz bina. İdari kadro ana yol sevmiyor belli.

Şirketin kapısından içeri girildiği anda göreceğiniz ilk şey patronun eski evindeki salon takımıdır. Bir banko (tabiki boş olması şanındandır o bankonun, danışılacak kimse bulamasın ki sekreter ile çaycıyı kırıştırırken  yakalasın içeri giren) (yurtdışından biri geldiği zamanda acaba böyle mi buralar?) (anadolunun uçsuz bucaksız bozkırları kadar boş ve soğuk mu?) Biraz ses çıkarırsınız kırıştıranlar toplanıp gelsin diye. Yine kimse yoksa ikinci gerçek ile karşı karşıyasınız: patronun eski salon takımına oturup bedava olarak gönderilen sektör dergisi okuma süreci. Kenarı kıvrık dergiler sizin kadar şanssız yüzlerce kişinin daha oraya geldiğini gösterir. Kaçıp gitmeniz için fırsat vardır ama o kadar yol geldik "bakalım ne olacak" dürtüsü mıhlar sizi o koltuklara.

Çay götürmek üzere tam oradan geçmekte olan kişi ile karşılaşırsınız sonra. Görevi tam olarak çaycılık olduğu için muhattap almaz sizi. İçeri gider, çayları dağıtır, gelir sonra ilgili kişiyi arar telefonda. "Kapı'da biri var."

Kendisi o saati vermemiş gibi telefonda; yüzünüze garip garip bakar önce sizinle muhattap olacak ilk kişi olan sekreter. "Niye geldiniz acabağ?" diye bile soranı çıkar arada? (takım elbise giyip sabahın köründe kimsenin sevmediği yerleri dolaşırım ben hobi olarak - salağa bak) "iş görüşmesi için geldim." cevabını alınca anlamış gibi yapıp, "bir saniye.." diyip telefona sarılır.

Aradığı kişi sabahın o saatine randevu vermesini söyleyen insan kaynaklarının en kıdemli üyesi muhteşem insanı hatta tek kişisi olan kadın daha biraz önce yanınızdan geçerken gördüğünüz çayını içiyordur. İlk iş olarak daha önceden hazırlanmış; fotokopisi çekile çekile aksı kaymış iş başvuru formunu doldurtulması görevini verir sekretere. (çayın yanında yediğin simitler ve poğaçalar boğazında kalsın emi senin)

Bu sefer "gay bir mimar" olarak doldurmak istediğiniz iş başvuru formundaki anlamsız sorulardan bir tanesi de "ne kadar maaş istiyorsunuz?" kısmıdır. Bu soruyu burada soranın aklına şaşmak, ağzına s.çmaktan daha kolaydır. Bu sefer başka bir evin salonundan geitirilmiş gibi duran (cam sehpalar kırılır çünkü taşırken) her tarafı çizik içindeki üzerinde sektörel dergiler ve plastik bir çiçek bulunan küçücük sehpa üzerinde doldurursunuz iş başvuru formunu. Halbu ki siz işe başvurmak için değil CV üzerinden konuşmaya gelmişsinizdir.

Formu bitirmeniz, referanslarınızın telefonlarını aklınızda tutmak gibi yetenekleriniz olmadığından yarım saat sürer. Sekreterya simidini bitirmiş insan kaynaklarına doğru yolu tarif etmekle görevlidir. Normalde siz girerken durmadığı bankoda durmakla mükellef olduğundan yerinden kıpırdamaz. Eliniz de fotokopisi çekilmekle kararmış ve yazınızın birleşmesiyle oluşan bir yaşam formu ile merdiven çıkmak büyük ana hazır olduğunuzun göstergesidir.

El sıkışma sanatı üzerine bin türlü hikaye okuyup karşınıza "namahrem bu, sıcaklığım geçmesin" diye ellemeyen birinin çıkması arasında yıllar vardır. Simitleri boğazına dizdiğiniz (kesinlikle öyle yaptınız onlar vermedi o saati çünkü) kişi ile karşılaşırsınız.

İsminizi söyledikten sonra bir sorunları için birini tutmak istediklerini belirten bir konuşma ile size neden oraya çağırdığını söyler ilk iş olarak. (ben de bu saate burada ne işim vardı diyordum kendi kendime iyi oldu söylediğiniz yoksa nikahım var zannedecektim)

Önce elinizde tuttuğunuz iş başvuru formunu alır ve masanın bir köşesine koyar. Sonra internet aracılığı ile gönderdiğiniz CV'nizi okumaya başlayıp yüzüne anlamış gibi bir ifade verir. Yaklaşık 2 dakika sonra "bize biraz kendiniz anlatır mısınız?" der ve CV'yi masanın üzerine bırakır. (iki dakika boyunca baktığı şey 1- hangi okul mezunusunuz? 2- daha önce bir yerde çalışmışlığınız var mı? geri kalanı hava civa zaten yazanların. hobi olarak "eşşek zikmek" yazın yine de sallamazlar)

biraz kendimi size anlatayım mı? tam olarak ne kadar? sen kendinden bahsetmek ister misin? beni bu saatte çağırıp niye yarım saat beklettiğin konusunda acaba kendine ait bir fikrin var mı? sen anlat ben dinleyim bence. seni dinleyince belki şirket ile ilgili bir fikrim olur ve başvuru formumu alır geri giderim.

""" Kedndimden bahsedeyim biraz: dakik bir adamımdır, bekletilmekten, özellikle kahvaltı edildiği için bekletilmekten hiç hoşlanmam, sizin işinize de size de tükürürüm. bence burayı komple kapatıp gidin. sadece kendinizin bulunduğu odaya "departman" dedirten aklınıza s.çayım. patrona selam söyleyin iki yıla kalmaz bu kafa ile batar burası. "" (gerçekler acıdır, biber de acıdır o zaman gerçek biberdir.)


Lisenin bitiminden bahsedip, okduğunuz okula dair bir konuşma yapıp askerlikten bahsederseniz yeter bunlara. Amaçları iki kelimeyi üst üste koyup bir laf edebiliyor musunuz diye bakmaktır.


Diğer sorular, neyi kastettikleri ve cevapları aşağıdadır:

1- kariyer planınız nedir? (kaça sene durursun bu unutulmuş yerde? )
- zıplayarak aya çıkacağım burayı gözüme kestirdim.
2- ailenizle mi yaşıyorsunuz? (o kadar az paraya çalışacak mısın)
- içgüveyisi olarak antartikadan çağırdılar da gitmedim. gelip elini öpecek sanki anamın.
3- burası hakkındaki izlenimleriniz nelerdir? ( çok uzak değil mi şehre? lütfen onayla beni)
- bildiğin patron şirketi lan burası. amerika başkanı tarafından yönetilmiyorsa pek umurumda değil.
4- şirketimizle ilgili bilginiz var mı? (interneti kullanbiliyor musun?)
- internet sitesine bakıp geldim daha ne söyleme mi istiyorsun ki?
5- evlenmeyi düşünüyor musun? ( iki ay sonra ben amerikaya gidiyorum demezsin değil mi?)
- sen evlendin de ne oldu acep sorabilir miyim? başın göğe mi erdi? kaynananı seviyor musun yoksa?
6- iş bu ise ne kadar ücret talep ediyorsun? (sık bakalım bi rakam)
- fabrikanın yarısı üstüme yapsanız yine de çalışmam lan ben burada.

" Bu yazı kendini iş görüşmesinde kaybedip insan kaynakları adı altında çalışan kişilere kafa atmak isteyen kişilere ithaf edilmiştir. Özellikle insan kaynaklarında çalışan kişilerin alınmaması ve kendine bir çeki düzen vermesi amacıyla yazılmıştır. İnsan kaynakları ile bir sorunumuz yoktur. Mantelite ile sorunumuz vardır."

19 Eylül 2011 Pazartesi

Seni pixel pixel yerim ben..



Çağımızın hastalığı "reflü" gibilerinden bir kaç saçmalama duydum kıyıda köşede.. Çağımızın hastalığı internettir arkadaş..

Tabi bu hastalığa türkler olarak en yavaş ama en pahalısından biz de tutulduk.. Tabi Türkün aklının çalıştığı fazla nümerik kontrollü alan olmadığından hemen kendimizi internette "cinsel içerikli metaryel" kısmında buluverdik.

ilk girilen internet istesi olarak www.playboy.com yazan o kadar fazla adam tanıyorum ki; sadece bu adamlar ile bir kaç ülke işgal edilebilir..

neyse konumuza dönelim. Bu internet algısı ile konuşmalarımız, hal, hareket ve tavırlarımız değişti. askeri birlik içinden çıkıp kendini internet cafeye atanların oranı %97. neden acaba? geçen hafta kim neresini göstermiş internette..

Pampiş acaba neresini göstermiş aynadan?

Canlı yayında frikik verilmiş mi geçen hafta?

Geçen hafta "güzel" kelimesi hakkında tarla faresi gibi kalan bir scarlett johansson fotoğrafı döndü internette ki inanılmaz. resmen açmak için çaba sarfettik bilgisayar başında..

bu ve şu resmine bakarak ne hayatında bir değişiklik olmadan devam edecek binlerce kişi bile bakmak için can atıyordu fotoğraflara.. tamamen bir ünlü poposu olmasından kaynaklanan ve daha fazlası iç organlarına kadar gösterilen fotoğraflar dışında bu fotoğrafların özelliği nedir arkadaş?

aynı açıdan aynı pozu vererek kendi poponuza niye bakmıyorsunuz da kişi ünlü olunca bu fotolar ortalığı karıştırıyor..

doktorlar dizisi yayından kalktı mı? bu ve buna benzer soruların cevabı tamtmen kafamızda olmakla beraber interneti pek bir olumlu iş için kullananların oranı öss'de derece yapmış kişilerin oranı kadardır diye tahmin ediyorum.

Akıllıca kullanılmayacaksa internet pahalı oluyor arkadaş.. Talep sayısını düşürün biz de ona göre ucuz kullanalım şu meredi..

15 Eylül 2011 Perşembe

Seviyoruz ulan karı..



Biz böyleyiz. Sevdiğimizi bile hödükçe söyleyebilen bir toplumun başka düşünmeye çalışan ama başaramayan fertleriyiz..

( biz derken: ben, kendim ve şahsım)

Romantik komedilerden sıkılmış bir bünyem var son zamanlarda.. Sinemada yiyiş işi için gidilmiş ne kadar aptalca film varsa izledim ayrı bir eve çıktığımın hayalini kurarak.. Bizimkilerden sıkıldığımı anladığım an yaz geliyor.. ohh ne güzel gelsin tabi.. bizimkiler yazlığa, kız arkadaşım bana taşınıyor, ya da ben ona; sonra alabildiğine pompiş olayına giriyoruz.

Konuya dönersek; sevdiğini söyleyemeyen, söylese de utana sıkıla bunu başarabilen bir ailenin son ferdiyim. (Kendimden bir tane daha yapmayı planlıyorum. Dünya süper-kahramansız kalmasın diye sırf yemin ediyorum) Konuşmayı sevmem genel olarak; işime gelince de feci ağzım laf yapar orası ayrı bir konu. Babam da böyleydi benim. Arada sırada çok konuşan adamlardan bunalıp ya arkalarından "dedikoducu pezevenk" der ya da daha lisan-ı münasip ile tam yüzlerine "biz teknik adamız mavrayı pek sevmeyiz" diyerek ortamdan uzaklaşırdı. Gerçi yaşlandıkça büyükbabama benzeyip iyice bir çenesi düştü ama neyse. (başka bir yazı konusu: genetik kopya olarak erkek çocuk)

Mevzudan oldukça uzaklaştım. Profilimi görüntülemek isteyen bir kaç kişi oluır da; "Leap Year" ne ola ki lan? diye düşünürse diye yazıyorum bu yazıyı. kitlelerde sanki beni takip ediyor diken üstündeyim resmen Türkçeye çevrilmiş ismi " Artık Yıl " olan bir film bu. Ben bu filmi niye seviyorum? Beni oynatsalardı ancak bu kadar olurdu diye düşündüğümden kelli söyledim bunları. Filmdeki esas oğlan nam-ı diğer "DECLAN"'ı yazan ve oynayan adama olan hayranlığım 0'dan 100'e bir anda fırladı ve olay tam olarak şöyle gelişti:

- yiyişmek için gidilecek bir film bulundu.
- filmin konusuna bile bakılmadan içeri girildi
- koltuklar bulundu ( en arka taraf tabi ki)
- ışıklar söndü
- millet huylanmasın diye reklam kısmı izlendi
- azıcık yiyişildi
- sonra arada bir nefes alma hissi hasıl olunca beyazperdeye yansıtılmış filme bakıldı
- filmdeki karakter "ne garip lan bana benziyor." dendi.
- filmin sonuna doğru esas oğlandan önce replikler söylenmeye başlandı.
- film bitti ereksyon kısmen sona erdi.

Yuakrıda anlattığım olayların gelişine bakılırsa hiç tanımadığım bir adamın beni tanıyıp bu filmi yazma olasılığı üzerine yoğunlaştım. Peki benim tanımayan bu adamın yazdığı karakterin repliklerini nereden bilebilirdim? Bu adam gerçekten ben miydim? Bana bu kadar çok benzeyen bir adamı yazan adamın kafasında nasıl bir adam modeli vardı?

Kız arkadaşıma sordum filmdeki "adam karakteri nasıl?" diye, iki kelimeyle "gıcık biraz" dedi. (biz kendimizi realist olarak tanımlarız)

O gece uyumadan önce iki şey yaptım:
1- yiyişin bünyedeki etkisini dışarı boşalttım.
2- benden dünya üzerinde bir tane daha varmış lan diye düşünüp; uyudum.

ertesi sabah kaltığımda filmle ilgili eleştirileri okumak ve canımı sıkmak istemedim. yazan adamı bulup bir şilt felan versem mi acaba diye düşündüm. sonra da unuttum gitti.

sevdiğini söylemeyi bir türlü beceremeyen (ki çok fazlayız biliyorum bunu) bir kitle olarak kızlar sizden ricam fazla üzerimize gelmeyin olur mu bu konuda ? biz de holywood filmlerindeki romantiklerden olmak isteriz ama ne ortam buna müsait ne de sizin algılarınız yönetmen kadar açık..

hani olmaz ya bir kızı sevdiğimizi belli edeceğiz diye sokak ortasında öpmeye kalksak linç edileceğiz gibi geliyor..

"seni seviyorum aşkım!!" diye bağırırken pencereden aşağıdan birisi "birader ateş var mı?" diye bağırır bize türküz biz..

 biz belli ederiz sevdiğimizi, siz anlamaya bakın bizi..